Aşkın İzini Sürerken Takıldım 3 Çakıl Taşına
Çakıl Taşı I: Rahatsız eden ayakkabı…
Karmakarışık duygularla aşkının peşinden gitmek için koşarak kaçan kadın, aceleyle evden ayrıldığından, yola çıktığından beri onu rahatsız eden ayakkabısı için durup baktığında, geride bıraktığı kocası Âşık Veysel’in tüm parasını ayakkabısının içinde bulur. Güçlükle iliştirilmiş olduğu belli notta ise “Sen, yaban elde muhtaç olmayasın diye…” yazıyordur. Bunu yazan narin ruhun aşkı, aslında kadının gerçek aşkı mıydı? Kim bilir?
Çakıl Taşı II: Götür gittiğin yere…
O bir anne, adı Melek. Kendi de adı gibi öyle. Bin bir zorlukla dünyaya getirdi Emir’i. İlk ve tek çocuklarıydı. Emir, pembe yanakları, meme arayan ince dudakları, narin uzun parmaklarıyla, hem annesini hem de babasını kendine âşık etmişti. Doğumun ardından henüz daha 3 aylıkken lösemi teşhisi konan minik Emir’i; daha birinci yaşını görmeden toprağa veren anne idi Melek… Aşkı daha yeni başlamıştı, ama ona doyamadan bitmiş miydi?
Çakıl Taşı III: Kimliğimi kaybettim hükümsüzdür…
Şimşek adını; sahibi daha onu gördüğü ilk anda koymuştu. Öyle hızlı kuyruğunu sallardı ki Şimşek; adının hakkını veren coşkulu koşusuyla bunu birleştiğinde; tüm sempatikliği ile bakanı kendine âşık ederdi; bu Cocker cinsi minik köpek. Adına inat olsun der gibi bir o kadar da dişiydi aslında; kahverengi parlak tüyleriyle cinsinin en güzeliydi. Sahibine ilk kez birlikte uyudukları andan beri âşıktı Şimşek. O yokken mamasını yemez, çişini tutmazdı. Onu gördüğündeyse dünyalar onun olurdu. Şimşek, aslında kendini sahibi gibi insan sanırdı, olmadığı bir varlık gibi hisseder olmuştu, sahibine olan aşkı nelere kadir idi. Ve bu artık onun kendi gerçekliği miydi?
Bu kısacık hikâyelerin hepsi aşk değil mi? Hepsi bizden, hepsi içimizden…
Aşk’ın izini sürerken manayı mı buldum?
O zaman aşk; sadeceaşkı için terk eden değil aynı anda terk edilen…
O zaman aşk; sadece sevgiliye değil,hiçbir zaman sahip olmadığın ama bir ömür misafir edeceğin en kadim kılavuzun evladın…
O zaman aşk; sadece senin değil Doğa’nın…Yaşadığın evrenin içinde olan her Canlı’nın…
O zaman aşk… O halde aşk… Kimseye ait değil… Tek bir kalıba ait hiç değil…
O vakit aşk… Sen her yerdesin… Sen dönüştürücüsün… Sen kendini bildiğini sananı; bir bilinmeze çevirecek kadar, olmazlarını oldurtacak kadar güçlüsün…
Aynı Şemsi Tebriz’in güzel sözü gibi;
“Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca. Dağı bile taşır insan âşık olup inanınca.”
O zaman aşk, sen’i yaşamak sana teslim olmaktan geçiyor… Teslim olup karışmaktan, birlikte akıp, yok olmaktan, olana inanmaktan geçiyor…
Hey sen!
En son ne zaman teslim oldun duygularına…
Ne zaman unuttun her şeyin sende başlayıp sende bittiğini?
Ne zaman izin verdin kendine, kendini yaşamayı?
Ne zaman kabul ettin âşık olduğunu, buyur ettin aşkın sürprizlerini?
Ne zaman umut besledin Aşk’ın için?
Ne zaman çağırdın tüm kalbinle Aşk’ını
Evet sen!
Bugün Sen’in miadın olsun… İzin ver ki olsun… Bırak ki sana dönsün, seni bulsun… Tut ki seninle kalsın… Unut ki kin tutmasın… Doya doya yaşa ki pişmanlık olmasın… Affet ki huzurun hep seninle olsun…
Haydi!! Bugün Senin’ de, Aşk’ının da miadı olsun ve biliyorsun öylede oldu…